Yavuz Sultan Selim:8 yılda Cihan Devleti

Osmanlı İmparatorluğunun başarısının iki sebebi devlet teşkilatındaki mükemmellik ve askeri teknikteki üstünlük idi. İşte Yavuz Sultan Selim bu iki vasfa en iyi şekilde sahip bir liderdi. Askerlik dehası mükemmeldi, bu sahada ancak dedesi Fatih ondan üstün sayılabilirdi. Dünyayı titreten liderliği yanında engin bir iman ve takvaya sahipti. Eyliyaullahtan sayılır ve islam birliğine hayatını adamıştır. Ayrıca babası 2. Beyazıd ve dedesi Fatih’ten sonra Osmanlı padişahlarının en alimi olduğu söylenebilir. Farsça şiir divanı vardır ve Farsçayı en iyi kullanan padişahtır. Matematik, felsefe, doğu dilleri, umumi islami ilimlerini şehzadeliğinde tahsil etmiştir. 17 yaşında Trabzon’a geldi ve 24 yıl valilik yaptı. At meraklısı olup dünyanın en vasıflı atları onundu. Dedesi Fatih onun cengaverliğini görüp Yavuz adını vermiştir.
Cihan siyasetine derin vakıftı. Piri reis haritasını yanından ayırmazdı, hazineyi dolu tutmaya itina gösterirdi ve şahsi masrafı yok gibiydi. 623 yıllık Osmanlı tarihinde Yavuz’a ait olan sadece 8 senedir. Saltanatta bulunduğu 8 yıl içinde Osmanlı topraklarını 2,5 misli büyüttü ve Osmanlıyı Cihan İmparatorluğu haline getirdi. 

Bu kısa zamanda elde ettiği başarıları kavrayabilmek imkansızdır. Tüm araştırmacılar Yavuz Selim’in kısa zamandaki bu büyük başarısını açıklamada aciz kalmışlardır.

Padişah olmadan az evvel yeniçerilere yaptığı şu konuşma onun amacını en iyi şekilde açıklamaktadır: “Ben padişah olursam islam birliği yolunda ciddiyetle yürüyeceğim. Hatta Mevla ruhsat verirse Hint ve Turana gideceğim ve doğudada batıdada ilahi kelimetullaha çalışacağım. Zalimlere evladım olsa dahi merhamet etmeyeceğim. Zamanımda rahatlık olmayacak ahaliye tasallut edilmeyecektir. İşte benim halim…”

y.sultan selim2500 kmlik bir mesefeyi dağ bayır çöl ve ormanlar aşarak katetmiş ve zamanın en kuvvetli devletlerinden Safevileri perişan etmiştir. Mısır seferinde ise o güne kadar geçilemez denilen korkunç Sina çölünü aşmasının maddi imkanlarla izahı yoktur. Hilafet onunla yeniden izzet kazanmıştır.  O bütün hayatı boyunca çaresizlik ve aczi kabullenmeyip her çarenin Allah’tan geleceğine inanarak çaresizliklere çare aramıştır. 20 Nisan 1514 de İran seferine çıktı. Şah İsmail şiilik fitnesi çıkararak İslam birliğini zedeliyordu. Yavuz Selim haddini bilmeyen bu Şah İsmail’e haddini bildirmek için onu er meydanına davet etti. Oysa o daima kaçtı. Ama Yavuz bu fitneyi bitirmekte kararlıyı. Osmanlı Safevi topraklarına girdi. Şah İsmail kaçıyordu ama orduda artık yorgundu ve malzemede bitiyordu. Artık askerler İsmail kaçtı bu bile zaferdir, geriye dönelim deyip isyan çıkarmaya başladı. Hatta bunlar Yavuzun çadırına ok atacak kadar ileri gittiler. Bunun üzerine çadırdan çıkan Yavuz harp tarihinin şaheserlerinden olan şu konuşmayı yaptı:”Henüz hedefe varılmamıştır, seferden asla dönülmez. Cihat için yapılan bu seferden ancak kadınlarını düşünenler dönebilir, isteyenler karılarının yanına dönüp entarilerini giyebilirler. Ben düşmana karşı tek başımada giderim. Yiğit olan ardımca gelsin, tek başıma dahi olsa savaşacağım” der ve atını mahmuzlar. Onun Allah olan tevekkülü bir anda hadisenin gidişini değiştirdi. Yavuz’un gönlünden gelen bu sözler askeri coşturdu. Çaldıran ovasına müthiş bir azim ve hamle gücüyle varıldı. Şah İsmail perişan olarak, karısını ve tahtını harp meydanında bırakarak kaçtı.

Bir gün Yavuz sıra dışı Hasan Can’ı yanına çağırdı. Sohbet esnasında ona: anlat bakalım hasan bu gece nasıl bir rüya gördün dedi. Hasan Can anlatmaya değer bir rüya görmediğini söyleyince Yavuz insan bütün bir gece uyurda hiç rüya görmez mi, heralde bir rüya görmüşsündür diye ısrar etti. Bir şey hatırlamayan Hasan Can mahcup oldu. Daha sonra bir vesile ile rüyayı kapı ağası Hasan ağanın gördüğünü öğrendi ve ona anlattırdı. Ağa şöyle dedi:”Bu gece harem dairesi nur yüzlü kimselerle doldu, sultanın kapısı önünde ellerinde sancak bulunan dört kişi duruyordu. En öndeki zatın elinde sultanımızın sancağı vardı. O zat bana dedi ki :Biz niçin geldik bilir misin? bende buyrun dedim. Bunun üstüne şu gördüğün mübarek kişiler Rasulullahın ashabıdır. Hepimizi Rasulullah gönderip Yavuz Selim Han’a selam söyledi ve buyurdu ki Harameynin Mekke ve Medinenin hizmeti kendisine verildi, kalkıp gelsin. Bu gördüğün 3 kişi Ebubekir, Osman, Ömer’dir ve bende Aliyim. Bunu sultana söyle dedi ve aniden hep beraber kayboldular. Hasan can hasan ağanın rüyasını sultana aynen anlattı. Padişahın mübarek yüzü kızardı. Ey hasan can sana demizmiyiz ki biz bir tarafa memur olunmadıkça hareket etmeyiz. Ecdadımızdan her biri evliyalıktan nasibini almışlardı. Herbirinin nice kerameti vardır. Hasan ağada divanda bulunsun, tez Mısır seferi hazırlığına başlansın.

1516 da Mısır seferine çıktı. Mısır Memlükleri İran’a yardım etmemek için verdikleri sözü tutmadığından onların üstüne yürüdü. Çöle girildikten bir müddet sonra Yavuz atından indi yürümeye başladı. Askeri erkan hayret ve dehşet içindeydi. Atların bile zor yürüdüğü bu çölde sultan niye atından inerdi ? Askerlerde aynı şekilde atlarından inip yürümeye başladı. Paşalar Hasan Can’a hünkara sor ne iştir diye ısrar ettiler: Hasan Can sultana sordu ve Yavuzun cevabı: Hasan görmüyür musun önümüzde fahri kainat Efendimiz (s.a.v) yürüyor, O alemler Sultanı yaya yürürken biz nasıl at üstünde olalım dedi.

Osmanlı ordusu 13 gün içerisinde hiçbir ikmal güçlüğü çekmeden Sina çölünü geçerek Mısıra ulaştı. Büyük bir askeri deha sayılan Napolyon bile Yavuzdan 300 yıl sonra bu işi başaramamış ve fransız askerleri susuzluktan çıldırarak birbirlerini kırmışlardı. Bu çöl gündüz çok sıcak gece çok soğuktu. İklimi + 50 derece ile -20 arasındaydı. 1. Dünya savaşında bile yeni imkanlarla tanklarla bu çöl ancak 11 günde geçilebilmiştir. 13 günde yavuzun bu çölü nasıl geçtiğini araştırmak üzere birçok ülkede kürsüler kurulmuştur.

Mercidabık ovasında 426 bin kişilik çok güçlü olan Memlük ordusuyla karşılaşıldı. Yavuz ilk defa bu seferde seyyar, içi yivli toplar kullandı. Avrupada ise ilk defa yivli top 1800 lerde Prusyada görülür. Mısır sonunda fethedildi. Memluk hazinesi, halifesi, Sultan çadırı Osmanlının eline geçti. Osmanlı Mısıra girerken Memlük fedayileri Yavuzu öldürürlerse savaşı kazanabileceklerini düşünüyorlardı. Bunu duyan Sinan Paşa Yavuz’un elbiselerini giydi. Fedaileri kendi üstüne çekti. Yavuz yardımına yetişinceye kadarda savaştı ve sonunda şehit oldu. Yavuz Mısır’ı almasına rağmen Sinan Paşayı kaybettiğinden dolayı mahsundu.

20 şubat Cuma günü Cuma namazında ordunun ortasındaydı, elbiseleri yanındakilerden farksızdı. İmamın kendisinden Hakimül Haremeyniş Şerefeyn (mekke ve medininin hakimi) diye bahsetmesi üzerine müdahale ederek bilakis Hadimül Haremeyniş Şerefeyn (iki şerefli beldenin hizmetçisi) diye ağlayan kam gözlerle cevap verdi. Ardından halıyı kaldırıp toprağa secde ederek şükretti. Sonra Piri Paşaya: Haremeyni Şerefeyn halkına ne lazımsa esirgenmesin.

10 eylül 1517 de Yavuz Kahireden İstanbula dönerken:”Gönül isterdi ki Afrikanın kuzeyinden Endülüse çıkayım ve sonra Balkanlar üstünden İstanbula gireyim.” Koca sultan doyumsuz fetih arzusunu dile getirirken gerçek bir müslümanın cihad ruhunu ortaya koyuyordu. Bir gün Yavuz Selim Han yeryüzünün genişliğini merak eder. Ona bir dünya haritası verilir. Hayretle bakar ve bir hükümdar için eh neyse ama iki hükümdar için az dedi. Haritayı ayaklarının altına attı ve atını şaha kaldırdı. Bu da onun mağrurluğu değil cihad aşkının haşmetli şahlanışıdır.

Yavuz Sultan Selim Osmanlını en uzun seferi olan, 2 sene 1 ay 20 gün süren Mısır seferinden dönüyordu. Ordu yorgundu, bir ara geçtikleri bir bölgede su sıkıntısı oldu. Binekler bile telef olma tehlikesindeydi. Bu halde Yavuz secdeye kapandı ve: “ilahi bana ve askerlerime kolaylık ver bize rahmetini gönder Allahım” diye iltica etti. Gökyüzünü bulutlar kapladı ve seller gibi yağmur yağdı. Allahın lütfuyla sıkıntı aşıldı.

Taht şehri istanbul ise 2 yıldan fazladır hakanından mahrumdu. İstanbul halkının çok büyük karşılamalar hazırladığını öğrenen Yavuz “hava kararsın sokaklar boşalsın herkes evlerine dönsün ben öyle İstanbul’a gireyim. Fanilerin alkışları ve iltifatları bizi nefsimize mağrur edip yere sermesin..” dedi ve gece kayıkla topkapı sarayına gizlice geçti.

Yavuz zamanında Osmanlı İmparatorluğu toprağı bugünkü Türkiyenin tam 5 katıydı. (4.182.000 km) Mübarek ve mukaddes emanetler İstanbula getirilerek İstanbul izzet ve şeref kazanmıştı. Topkapı sarayında 40 hafız görevlendirerek 24 saat Kur’an okunmasını istedi ve ilk Kur’anı kendisi okudu. Osmanlının 600 senelik hayatı asıl maneviyatı verdiği önemden kaynaklanmıştır.

Yavuz bir gün Piri paşayla sohbet ederken: “fetihler yaptık, cihan devleti olduk, halifeliği aldık, kutsal toprakların emaneti bizde, hazinemiz lebaleb altınla doldu şimdiden sonra bu devlet yıkılır mı” diye sordu. Piri paşa: “Hakanım bu hal, bu ruh ve bu teslimiyetle bu devlet kolay yıkılmaz. Lakin torunlarınız zamanında Rabbimizin ihsan ettiği mükafatların, nimetlerin şükrü eda edilmez, emanetlere sahip olunmaz ve Hakk korunmazsa bu devlet yıkılır.
En çok 3 şeyden endişe ederim:
1-Sadrazamlık makamı liyakatlere göre verilmez menfaat karşılığı olarak cahil ve ahmaklar eline geçerse,
2-Dünya malı kalpleri işgal ederse, rüşvet kapısı açılır, her türlü melanet akçe ile gerçekleşir ve bu yüzden makamlar ehliyetsizlere verilirse,
3-Devlet adamları hanımların tesiri altında kalır ve idarede onlarında tesiri olmaya başlarsa bu devlet yavaş yavaş yıkılmaya yüz tutar. ”

Piri paşanın bu sözlerinden sonra Yavuz bir müddet düşünerek Rabbim bizi böyle bir akıbete duçar olmaktan korusun diye dua etti. Sanki Piri paşa bir tarih felsefesinin değerlendirmesini yapıyor ve istikbalde olacak halleri işaret ediyordu.

Yavuz’un çok sade hayatı vardı ve az uyuduğu için gecelerini kitapla geçirirdi. Her öğün tek çeşit yemek yerdi. Bir elbiseyi eskiyene kadar giyerdi. Bütün devlet erkanıda böyle yapmak mecburiyetinde kalırdı. Bir zaman Venedik elçisi Sultanı ziyarete geldi, bunun üstüne vezirler üzerlerindeki elbiseyi değiştirme ihtiyacı hissederek durumu bildirdiler ve Sultanda münasibtir izni verdi. Elçinin geleceği gün bütün vezirler yeni elbiseyle padişah huzuruna vardı. Ancak padişahın üstünde yine eski elbiseleri vardı. Tahtına oturmuş keskin kılıçını çekip tahtın basamağına koymuştu. Karşı pencereden güneş ışığı ile görüntüsü gözler kamaştırıyordu. Bu durumda bütün vezirler üstündekilerden utanıp şaşkın vaziyette kaldılar. Görüşmeden sonra Yavuz sadrazamı yollayarak elçiye padişahı nasıl bulduğunu sordurttu. Elçi:”O kılıçın parıltısı öyle hal aldı ki kendilerini göremedim bile” dedi.
Yavuz Sultan Selim “İşte kılıcımızın ağzı kestikçe kafirin gözü ondan ayrılmaz, gözü bizi görmez. Ne zaman kılıcımız kesmezse kafir bize o zaman tepeden bakar…” dedi.

Biz nasıl süper güç oluruz sorusunun cevabı işte burada…

Not:2004-2005 yılları gibi üniversitenin son yılında derlediğim bir yazıdır.

güncelleme: 2013 3.Köprünün isminin Yavuz sultan Selim verilmesinden sonra bazı gafiller, alevi katliamı yaptı safsatasıyla ataya ecdada hakaret derecesinde saldırmaya başladılar.. Yukarıdaki yazıyı okuduktan sonra böyle bir hükümdarın zevk için, görüşlerimiz uymuyor diye alevilere katliam yapacağını, yaptığını söyleyen kişi tam bir gerizekalıdır. Kaldı ki şia ile aleviliği ayırmak gerek en başta. Kelamdan öte sözün sahibi tarihçilerin söylediklerini, gerçekleri eklemek gerekti. Bugün Türküm derken gurur duyuyorum deniliyor ya hani, bu ecdadın yaptıklarından başarısından, cesaretinden ötürüdür… Bu ecdad ile gurur duyurulur ancak, iftira atanlara Allah akıl fikir izan versin, bu kadar saf olunamaz..


Selim (the_korsan)

Bilişim Teknolojileri Öğretmeni

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir